Tümör Saptandığında Tedavinin Seçimi
Antitümöral ilaç tedavisi her zaman gerekli yana mümkün olmayabilir; bu ilaçların çok sayıda ve ağır toksik etkileri vardır ve bu tedavi yalnızca iyileşme olasılığı olan hastalarda ya da hastalığın çok ilerlemiş olduğu durumlarda hastanın yakınmalarını azaltmak amacıyla uygulanır.
Tedavinin Seçimi
Tedavinin en önemli bölümünü ilaç seçimi oluşturur. Tümör saptandığında hemen kemoterapiye başlamak yeterli değildir. Önce tümörün yapısı, yerleşim yeri ve gelişimi belirlenmelidir. Tümörün cerrahi olarak çıkarılabilecek sınırlarda olup olmadığı da saptanmalıdır.
Stratejik bölgelerde yerleşmiş tümörlerin ortaya çıkardığı komplikasyonlar özel bir ilaç tedavisine başlanmadan önce bazı bölgesel girişimlerin yapılmasını zorunlu kılar. Böyle bir durum klasik olarak meme, bronş, akciğer ve böbrek kanserleri İle miyelomun (kötü huylu kemik iliği tümörü) patolojik kırıklara neden olan metastazlarında, meme, akciğer ve bronş kanseri ile melanomların (derinin kötü huylu bir tümörü) beyin metastazlarında ve mediyastin, idrar yolları ve bağırsakların sıkıştırıcı metastazlarında görülür. Belirtiler ve komplikasyonlar uygun ve bazen yoğun bir bölgesel tedavi ile kontrol altına alınabiliyorsa ilaç tedavisi devreye sokulabilir.
Hastaya ilişkin etkenlerden yaş ve genel durum ile tümörün büyüme hızı ilaç tedavisinin seçiminde rol oynar. Her şeyden önce çocukluk çağındaki tümörler erişkinlerdeki tümörlerden farklı programlarla tedavi edilir. 65-70 yaşın üzerindeki erişkinlerde hastanın genel durumu tümörün yayılmasına bağlı olarak olumsuz etkilenmişse tedavinin seçimi çok dikkatle yapılmalıdır.
Yaşlı ve ileri evrede tümörü olan hastalarda, örneğin Hodgkin dışı lenfomda, yumuşak doku sarkomlarında, melanomda, bronşlardan ve sindirim sisteminden kaynaklanan kanserlerde klasik polikemoterapi dozlarına tahammül 65 yaşın altındaki hastalara göre belirgin biçimde azalır. Bu nedenle agranülositozu (akyuvarlarda azalma) önlemek için eklenecek ilaçların sayısının mümkün olduğunca azaltılması ve/ya da iki uygulama arasındaki sürenin uzatılması ve klasik tedaviden fazla uzaklaşmadan bu tedavide uygulanan dozların azaltılması gibi yollara başvurulmalıdır.
Kemoterapi ilaçlarına belirgin duyarlılık gösteren tümörlerde (lenfom, lösemi, akciğer mikrositomu, meme kanseri, seminom) düşük dozda (örneğin, tam dozun yüzde 50’si) ilaç vererek tedaviye tahammül ölçülmeli ve kan değerlerinin sıkı kontrolüyle tam doza yavaş yavaş geçilmelidir. Hastada tümör dışında başka genel bir hastalık varsa ve bu hastalık bir ya da birkaç organ ve sistemin eksik çalışmasına neden oluyorsa tedavide bu durum da göz önünde bulundurulmalıdır. Bu nedenle hastada şeker hastalığı varsa kortikosteroitler tedaviden çıkarılır, kalp yetmezliği ya da ağır bir taşikardi (hızlı kalp atımı) adriyamisin, akciğer kapasitesinin azaldığı durumlarda (pnömokonyozlar, fibrotoraks) bleomi-sin ve böbrek yetmezliğinde metotreksat ve platin tuzları tedaviden çıkarılır.
Son olarak, tedavi kararının verildiği anda önceki tedavilerin ikinci toksik etkilerine bağlı bulgular (kemoterapi ve/ ya da radyoterapiden sonra kemik iliği ketlenmesi, cerrahi girişim sonrası böbrek yetmezliği) varsa ve tümör hızla ilerlemiyorsa etkilenen organların normale dönmesini beklemek uygundur; aksi takdirde başlangıçta polikemoterapi ya da monokemoterapi dozunun düşük tutulması ve kullanılan ilaç sayısının ya da ilaç dozunun gelecek çevrimden başlayarak artırılması önerilir.